.

.
.

19 Ekim 2014 Pazar

Mevlana’nın Ölümü (Erol Erbirer, 19 Ekim 2014)

Mevlana’nın Ölümü

20. asrın aydınlığı içinde, Müslüman bir din adamının cenazesine kendi dininin mensuplarından başka, Hıristiyan ve Musevi din adamlarının da katılabileceğini düşünebilir miyiz?... Gönüllerimiz arzu ettiği halde, bu tablonun ihtişamına şahit olmak bizlere mümkün olmayacak gibi görünür. Halbuki, günümüzden yedi asır önce, tam 1273 yılında yaşayan bazı talihli insanlar bu manevi lezzeti tatmışlar ve insanlık ölçüsünün şahikasında mutluluğa erişmekle mükafatlandırılmışlardır. Tabii, anlamış olduğunuz gibi, Mevlana Celalettin Rumi’nin cenaze merasiminden bahsediyorum. Dinlerin ışıkları altında, insan sevgisini ebedileştiren bu büyük düşünür, büyüklüğünü insanları bir mihrak etrafında, sevgi zinciri içinde toplamış olmasına borçludur.

Mevlana tasavvuf felsefesinin ışığı altında, insanın en büyük düşüncesinin sevgi olduğuna inanırdı. Sevgilerin en asili ise, tanrı sevgisidir. Tanrıyı, insanda ve bütün yarattıklarında görerek sevmek, bu yüzden kimseyi suçlamamak, insanları zengin-fakir, siyah-beyaz, Hristiyan-Musevi-Müslüman diye ayırt etmemek, hepsini insan olarak, daha doğrusu Hakk’ın bir tecellisi olarak kabul edip, Hakk’a duyulan sonsuz sevgiyi bütün insanlara da duyabilmek Mevlana’nın yoluydu. Mevlana, Mesnevisinde görüş ayrılıklarının hoşgörü ile karşılanması gerektiği, insanların çok defa aynı gerçeğe aykırı pencerelerden baktıklarını ve hoşgörünün ışığı altında daha iyiyi ve ileriyi görebileceklerini bir misalle şöyle anlatıyor:

Hintliler bir fil getirip, karanlık bir ahırda, o güne kadar hiç fil görmemiş halka göstermek istediler. Fili görmek için o karanlık ahıra bir hayli insan toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki, görmenin imkanı yoktu. O göz gözü görmeyecek karanlık yerde, file ellerini sürtmeye başladılar. Birisi eline filin hortumunu geçirdi, “fil bir oluğa benzer”, dedi. Başka birinin eline filin kulağı geçti, “fil bir yelpazeye benziyor” dedi. Bir başkası da filin sırtını elledi, “fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Hepsinin sözleri, duyuları yüzünden aykırı oldu. Halbuki herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerindeki aykırılık kalmazdı. Duygu gözü, ancak avuca benzer, ama avuç bütün bir fili birden elleyemez ki...

Bu hikaye ile Mevlana, etrafı aydınlatacak mumun, bizleri hakikate götüreceğini anlatıyordu. O halde bu ışık kaynağı mum ne idi? Buna da cevap olarak, bilgi, sevgi ve hoşgörüyü gösteriyordu. İşte birbirine bağlı bu üç özellik, insanları mutluluğa eriştirecek yolun aydınlanmasını mümkün kılıyordu. Mevlana, sevgisiz hoşgörünün ve hoşgörüsüz sevginin olamayacağına inanıyordu. Atalarımızın dedikleri gibi, gülü seven dikenine katlanır, karşıt olarak da dikene katlanabilenler gülü seveceklerdir.

İşte bilgi, sevgi ve hoşgörünün en büyük coşkusunu duyan bu büyük insan, ebediyete kavuştuğu güne kadar, bütün insanları bir arada sevgi, bilgi ve hoşgörü ile omuz omuza görmek isteyip, onlara şöyle sesleniyordu:

Gel, gene gel, ne olursan ol gel

Kafir, Mecusi, putperest isen de gel

Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan bile gene gel.

Nitekim, o büyük insanın cenaze törenine Rumlar ve Yahudiler de dahil, bütün Konya halkı katıldı. Bazı müteassıp kişiler Yahudi ve Rumları törenden kovmak istediler. Asıl kıyamet o zaman koptu. Papazlar ve Hahamlar şöyle feryat ediyorlardı: Mevlana yalnız Müslümanların değil, Musevilerin, Hristiyanların, kısaca bütün insanların büyüğüdür. O, ekmeğe ve güneşe benzer. Nasıl ki, ekmekten ve güneşten herkes faydalanırsa, Mevlana’dan bizler de faydalanırız. Bizi bu törenden kovamazsınız. Bu direniş o kadar sertleşti ki, Büyük Vezir, cenaze törenine Müslüman olanların da olmayanların da beraber katılmalarına izin verdi. Müslümanlar tekbir getiriyor, Hristiyanlar İncil’den ve Museviler de Tevrat’tan parçalar okuyorlardı. Düşünceleri, dinleri, ırkları ayrı olan insanlar, aynı olay için gözyaşı döküyorlar ve bilgi güneşinin yörüngesinde mutluluğun idealine erişiyorlardı. Onları bu yörüngeye yerleştiren roket, sevgi, bilgi ve hoşgörü bileşimi idi. Böylece, birbirlerini sevip sayabildiler ve bizlere unutulmaz bir misal oldular.

Hoşgörünün, sevgi alemi olan kalplerimizde daima bulunmasına gayret edelim. İnsanlık bağının hoşgörü perçinleri asla kırılmasın. Böylece sevgi ve bilgi ateşinin nesiller boyunca kalplerden kalplere dağılacağını düşünerek daha mutlu olalım.

Dileyelim ki, inşa etmekte olduğumuz insanlık, hoşgörünün ışığı, bilgi ve sevginin sıcaklığı ile dünya var oldukça yücelsin.


Erol Erbirer (19 Ekim 2014)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder