.

.
.

19 Aralık 2014 Cuma

Wassily Kandinsky neden Google’da Doodle yapıldı? (Mustafa Özcan, 19 Aralık 2014)

Wassily Kandinskiy neden Google’da Doodle yapıldı ?

Wassily Kandinskiy popüler arama motoru Google tarafından kısa bir süre önce Doodle yapıldı. Peki Kandinskiy neden Doodle yapıldı?
Çünkü Kandinskiy’in resim perspektifinden hareketle genel sanat kuramına yaptığı katkılar olağan üstü nitelik düzeyinde olmuştur!
Bu nedenle de, Kandinskiy’i tanıtıp onun bu olağan üstü nitelikteki önemine ve bu yöndeki katkılarına dikkat çekmek için Milliyet Gazetesi’nde konuyla ilgili olarak çıkan haberden küçük değişikliklerle özetlediğim alıntıyı aktarmak istiyorum:

Wassily Kandinskiy  1866’da Moskava’da doğdu, 1886 ‘da  Moskova Üniversitesi’nde hukuk ve ekonomi okumaya başladı. Üç yıl sonra Volga’ya düzenlenen etnografik bir geziye katılan Kandinskiy, bunun üzerine  Rus Halk Sanatı konulu bir makale yazdı. Bu deneyimin Kandinsky’yi ne kadar etkilediği, Colorful Life, Song of VolgaCouple Riding adlı ilk dönem resimlerinde rahatlıkla anlaşılabilir. Ardından 1896 yılında hukuk alanında ki kariyerini bitirip ressam olmaya karar verdi. Almancası iyi olduğu için Münih’e taşındı.

1900 ve 1908 seneleri arasında sergiler düzenledi. Münih’te sanat ortamına girdi ve sergilerde ismi görünmeye başladı. Ardından Phalanx sanatçılar grubunu kurdu. 

Her yönden yetenekli olan Kandinskiy, öncelerinde öğrencisi olduğu Phalanx’ın öğretmeni oldu. Bu dönemlerde Gabriele Münter ile tanıştı. Münter, o dönemde devlet okullarına kadınların alınmadığı için erkek ve kadınlara eşit davranılan Phalanx okuluna katılmıştı.
Kandinskiy 1909’da ünlü emprovizasyonlarına başladı. 1911'de Kandinskiy ve Münter Münih'deki sanatçılar derneği ile bağlantılarını keserek Der Blaue Reiter akımını oluşturdu. Kandinskiy önderliğinde  gruba kısa sürede MatissePicassoDelauney ve Klee gibi zamanın önemli yaratıcıları katıldı.
Wassily Kandinskiy 1912’de Sanatta Zihinsellik Üzerine adlı kısa ama çok önemli olan kitabını yayınladı. Kandinskiy için sanat, manevi değerlerin betimlenmesi idi.  Sanat dalları dışsal yapısı itibariyle birbirinden ayrılsalar da buluştukları ortak nokta, insan ruhunu arıtıp, harekete geçirebilecek iç amaç için çaba vermeleridir.
1914'de savaş başladığında Rusya'ya geri döndü ve ardından Nina Andrevskaya ile hayatını birleştirdi. 1920’de Wassily Kandinskiy; süprematizmVladimir Tatlin’in  Malzemelerin Kültürü’, konstrüktivizm ve kendi teorilerini içeren pedagojik bir program hazırlamak için Sanatsal Kültür Enstitüsü adlı kurum tarafından görevlendirildi.1921’de Rusya Estetik Akademisi’nde aktif olarak görev aldı.
Bir sene sonra 1922’de Almanya’ya gitti ve Bauhaus Okulu’nda eğitmen olarak göreve başladı. 1933'de Hitler kapatana kadar Bauhaus'daki hocalığına devam etti. Bu arada 1924’te Feininger, Jawlensky ve Klee ile birlikte Blaue Vier’i kurdular..
1933'de Paris'e yerleşti. 1939'da Fransız vatandaşlığına geçti. Fransa'da pek çok önemli eser yaptı. Kandinskiy 1944'de Paris'de hayata gözlerini yumdu.”

Görüleceği gibi yaşamı sanata ve sanat felsefesine adanmış bir dahi olarak soyut resmin öncülüğünü yapmış olan Kandinskiy 21. Yüzyıl’da da önemini yitirmeyecek olan bir sanat anlayışının temsilcisi olarak tarihe geçmiş bir kişiliktir.


Mustafa Özcan (19 Aralık 2014)


30 Kasım 2014 Pazar

Barok Müzik Arkaik Midir / Hellenistik Üslup Barok Mudur? (Murat Katoğlu - Gazete Kadıköy)


Gazete Kadıköy'ün 28 Kasım - 4 Aralık sayısında yayınlanan, Murat Katoğlu'nun Barok Müzik ile ilgili bir makalesi.


http://www.gazetekadikoy.com.tr/koseyazisidetay.aspx?koseYazisiID=901

Barok Müzik Arkaik Midir / Hellenistik Üslup Barok Mudur?

Barok, güzel sanatlar ile müzik ve sahne sanatları terimidir dersek yanlış değil ama eksik olur. Ama eksik tanımın pekala yanlış sayılabileceğini söyleyebiliriz. Biraz irdeleyelim…

Barok, elbet bir sanat anlayışı ve dolayısıyla bir üslubu işaretler. Bir adım ileri gidersek yüksek sanatın asli unsuru olan ‘form’u yani şekli anlatan bir terimdir diyebiliriz. Ne var ki barokun bu anlamda kullanılması, barok eserlerin ortaya çıkmasından asırlar sonradır. Barok tabiri belki iki yüz yıl alaycı, küçümseyici nitelikte kullanılagelmişti. 16. yüzyıl sonlarından başlayarak mimarlık, heykel, resim ve dekorasyonda barok üslubun Avrupa ülkelerinde yaygınlaştığı bilinir. Asıl görkemli çağı 17. ve 18. yüzyıllardır. 

Keşifler ve Luther reformu çağının çocuğu sayılır. Demek ki insanlık tarihinin Rönesans atılımları sonrasındaki sonraki büyük sosyal çalkantıları ortamında oluşan bir yaratıcılık aşamasıdır. Rönesans sanatının temel kavramları ölçülülük / orantı / gerçeklik / sükunet / denge ve sadelikti. Klasik mükemmellik amaçtı… Barok ise Avrupa’nın dünyaya açıldığı, Kopernicus’un güneş sistemini dile getirdiği, bilimin hızla yükseldiği, dini ve uhrevi anlayışların çarpıştığı hareketli bir çağın sanatıydı. Bu yeniliklerin getirdiği ruhtan payını alacaktı ve almıştır. Değişik zamanlar değişik sanatları doğurur. İnsanlığın gelişim aşamalarındaki her çağın siyasi akımları gibi kendi sanat üslubu da oluşur. Çağın ruhu, yeni sanat formunu zorunlu kılar. Siyasal kurumlar da yenilenir. Barok çağda da böyle olmuştur. Tıpkı döneminin derin sosyal dalgalanmaları, keşifleri gibi barok üslup; hareketi, oluşanı, coşkuyu, sınırsızı, büyüğü şiddetli duyguları gösterişli şekilde ifade etmeye yönelir. Klasik estetiğin düz hatlarına karşı barok eğri ve yuvarlak çizgiselliği kullanır. “Ne pahasına olursa olsun heyecan ve hareket” barok sanatın parolasıdır.

Biraz abartılı ve cıvıtmayı göze alan bir benzetmeyle söyleyeyim… Ünlü Flaman ressam Rubens’in tablolarındaki bıngıl bıngıl kadınlar veya oriental resimlerdeki yuvarlak hatları vurgulanan tombulca dansözler barok tarzın örnekleridir deyiverelim.

Kelimenin kökeni Portekizce “eğrili, yumrulu, işlenmemiş, barocco=inci”den gelmekte. Barok’un hareketli eğri, diyagonal, yuvarlak hatları ve sınır tanımayan, ölçüleri zorlayan üslubu bu kelimeyle küçümseniyordu.

Daha önceki dönemlerin aksine, barok tasvir sanatlarında orta sınıftan sıradan insanlara da yer verildi. Bir anlamda “halk” yaşayışı sanatın temaları içinde yer aldı. Siyasal gelişmelerde ise aristokrasinin aynı zaman diliminde toplumdaki ağırlığını kaybettiğini de hatırlayalım.

Eski uygarlıkların genellikle kuruluş/olgunluk=klasik/çözülme gibi üç devrelerinin bulunduğu kabul edilir. Mesela Antik Yunan uygarlığını tarihçiler “Arkaik (=başlangıç, oluşum)-Klasik-Hellenistik (parıltılı ama dağılmaya giden üçüncü dönem)” devrelere ayırmışlardır. Aynı şekilde Osmanlı devletinin de “kuruluş=erken devir/yükseliş=klasik ve durgunluk ve dağılma” dönemlerinden bahsedilir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ünlü İbn-i Haldun da bu üçlü şemayı vurgulamıştır.

Klasik/olgunluk çağını izleyen dönemlerdeki güzel sanat eserlerinde şiddetli ve karmaşık duyguların çoşkuyla ifadelendirildiğine, bireyin iç aleminin daha çok yansıtıldığına kuralların zorlanıp aşıldığına tanık oluruz.

Bana sorarsanız bu üçlü şema tarih boyunca tekrarlanıp durur. Hatta Rönesans bile “erken/klasik/geç” evrelerine ayrılmış değil midir? Bence Antik çağın Hellenistik dönemi de pekala barok diye nitelenebilir. Bir abartı daha yapalım: Romantik üslup veya anlayışla barok akraba sayılamaz mı? her ikisi de insanoğlunun iç aleminin dışa serbestçe vurulmasını esas kabul etmez mi? bu yaklaşımda bir ölçüde doğruluk varsa, ekspresyonist (dışa vurumcu) sanat ile de barokun kan bağından bahsedebiliriz.

17. 18. Yüzyılların mimarisine, şehirlerine güzel sanatlarına egemen olan bu karmaşık ve coşkulu akımın barok ismini alması ancak 19. yüzyıl ve hatta 20. yüzyıl başlarındadır.

Demek ki barok, uygarlıkların klasik olgunluk dönemlerinin ertesinde; daha bağımsız ve bireysel patlamalara açık bir sanat zevkinin yansımasıdır.

Müzikte ise durum farklıdır… Barok müzik, çok sesli Batı müziğinin “arkaik=başlangıç” aşamasıdır. Bu müziğin ses, armoni, teknik bakımından olgunlaşma yani klasik çağı 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıldadır. Onu da romantik devre izler. Haydi şunu da dile getirelim: Asıl barok adını alması gereken müzik üslubu ve tekniği acaba bu romantik evre eserleri için uygun olmaz mı? Çünkü 17. 18. yüzyıl Batı müziğine barok yakıştırması müziğin mesleki ustalığı ve estetiğinden dolayı değildir. Müzik, diğer sanatlara göre geç gelişmiştir. Barok müzik adlandırması o dönemin mimarlık ve güzel sanatlar bakımından barok diye nitelendirilmesi sebebiyledir.

Barok, 18. Yüzyıl sonlarında Osmanlı Türkiyesini de ziyaret etti. Çoğu İstanbul’daki mimari eserlerde bir “Osmanlı Baroğu” üslubu batı etkisiyle oluştu.

Barok’un eski devirlerde şekilsizliği, kuralsızlığı nitelemek için olumsuz anlamda kullanıldığını belirtmiştik. Barok sanata saygısızlık etmek gibi olmasın ama günümüz siyaseti için bu anlamda bir barok nitelemesi de aklıma gelmiyor değil. Ne var ki barok siyasetçilerin mesela Nuruosmaniye Camii’nin barok üslupta olduğundan haberleri olduğunu sanmıyorum. 

Murat Katoğlu (Gazete Kadıköy)

19 Ekim 2014 Pazar

Mevlana’nın Ölümü (Erol Erbirer, 19 Ekim 2014)

Mevlana’nın Ölümü

20. asrın aydınlığı içinde, Müslüman bir din adamının cenazesine kendi dininin mensuplarından başka, Hıristiyan ve Musevi din adamlarının da katılabileceğini düşünebilir miyiz?... Gönüllerimiz arzu ettiği halde, bu tablonun ihtişamına şahit olmak bizlere mümkün olmayacak gibi görünür. Halbuki, günümüzden yedi asır önce, tam 1273 yılında yaşayan bazı talihli insanlar bu manevi lezzeti tatmışlar ve insanlık ölçüsünün şahikasında mutluluğa erişmekle mükafatlandırılmışlardır. Tabii, anlamış olduğunuz gibi, Mevlana Celalettin Rumi’nin cenaze merasiminden bahsediyorum. Dinlerin ışıkları altında, insan sevgisini ebedileştiren bu büyük düşünür, büyüklüğünü insanları bir mihrak etrafında, sevgi zinciri içinde toplamış olmasına borçludur.

Mevlana tasavvuf felsefesinin ışığı altında, insanın en büyük düşüncesinin sevgi olduğuna inanırdı. Sevgilerin en asili ise, tanrı sevgisidir. Tanrıyı, insanda ve bütün yarattıklarında görerek sevmek, bu yüzden kimseyi suçlamamak, insanları zengin-fakir, siyah-beyaz, Hristiyan-Musevi-Müslüman diye ayırt etmemek, hepsini insan olarak, daha doğrusu Hakk’ın bir tecellisi olarak kabul edip, Hakk’a duyulan sonsuz sevgiyi bütün insanlara da duyabilmek Mevlana’nın yoluydu. Mevlana, Mesnevisinde görüş ayrılıklarının hoşgörü ile karşılanması gerektiği, insanların çok defa aynı gerçeğe aykırı pencerelerden baktıklarını ve hoşgörünün ışığı altında daha iyiyi ve ileriyi görebileceklerini bir misalle şöyle anlatıyor:

Hintliler bir fil getirip, karanlık bir ahırda, o güne kadar hiç fil görmemiş halka göstermek istediler. Fili görmek için o karanlık ahıra bir hayli insan toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki, görmenin imkanı yoktu. O göz gözü görmeyecek karanlık yerde, file ellerini sürtmeye başladılar. Birisi eline filin hortumunu geçirdi, “fil bir oluğa benzer”, dedi. Başka birinin eline filin kulağı geçti, “fil bir yelpazeye benziyor” dedi. Bir başkası da filin sırtını elledi, “fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Hepsinin sözleri, duyuları yüzünden aykırı oldu. Halbuki herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerindeki aykırılık kalmazdı. Duygu gözü, ancak avuca benzer, ama avuç bütün bir fili birden elleyemez ki...

Bu hikaye ile Mevlana, etrafı aydınlatacak mumun, bizleri hakikate götüreceğini anlatıyordu. O halde bu ışık kaynağı mum ne idi? Buna da cevap olarak, bilgi, sevgi ve hoşgörüyü gösteriyordu. İşte birbirine bağlı bu üç özellik, insanları mutluluğa eriştirecek yolun aydınlanmasını mümkün kılıyordu. Mevlana, sevgisiz hoşgörünün ve hoşgörüsüz sevginin olamayacağına inanıyordu. Atalarımızın dedikleri gibi, gülü seven dikenine katlanır, karşıt olarak da dikene katlanabilenler gülü seveceklerdir.

İşte bilgi, sevgi ve hoşgörünün en büyük coşkusunu duyan bu büyük insan, ebediyete kavuştuğu güne kadar, bütün insanları bir arada sevgi, bilgi ve hoşgörü ile omuz omuza görmek isteyip, onlara şöyle sesleniyordu:

Gel, gene gel, ne olursan ol gel

Kafir, Mecusi, putperest isen de gel

Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan bile gene gel.

Nitekim, o büyük insanın cenaze törenine Rumlar ve Yahudiler de dahil, bütün Konya halkı katıldı. Bazı müteassıp kişiler Yahudi ve Rumları törenden kovmak istediler. Asıl kıyamet o zaman koptu. Papazlar ve Hahamlar şöyle feryat ediyorlardı: Mevlana yalnız Müslümanların değil, Musevilerin, Hristiyanların, kısaca bütün insanların büyüğüdür. O, ekmeğe ve güneşe benzer. Nasıl ki, ekmekten ve güneşten herkes faydalanırsa, Mevlana’dan bizler de faydalanırız. Bizi bu törenden kovamazsınız. Bu direniş o kadar sertleşti ki, Büyük Vezir, cenaze törenine Müslüman olanların da olmayanların da beraber katılmalarına izin verdi. Müslümanlar tekbir getiriyor, Hristiyanlar İncil’den ve Museviler de Tevrat’tan parçalar okuyorlardı. Düşünceleri, dinleri, ırkları ayrı olan insanlar, aynı olay için gözyaşı döküyorlar ve bilgi güneşinin yörüngesinde mutluluğun idealine erişiyorlardı. Onları bu yörüngeye yerleştiren roket, sevgi, bilgi ve hoşgörü bileşimi idi. Böylece, birbirlerini sevip sayabildiler ve bizlere unutulmaz bir misal oldular.

Hoşgörünün, sevgi alemi olan kalplerimizde daima bulunmasına gayret edelim. İnsanlık bağının hoşgörü perçinleri asla kırılmasın. Böylece sevgi ve bilgi ateşinin nesiller boyunca kalplerden kalplere dağılacağını düşünerek daha mutlu olalım.

Dileyelim ki, inşa etmekte olduğumuz insanlık, hoşgörünün ışığı, bilgi ve sevginin sıcaklığı ile dünya var oldukça yücelsin.


Erol Erbirer (19 Ekim 2014)



20 Nisan 2014 Pazar

KDP Sanat Bloğundan Herkese Merhaba (Mustafa Özcan, 20 Nisan 2014)


KDP Sanat Bloğundan Herkese Merhaba


Kadıköy Düşünce Platformu internet üzerindeki aktivitelerine bir yenisini daha ekledi değerli dostlar.

KDP olarak en sonuncu etkinliğimiz olan Sanat Bloğumuz izleyenlerin sanatsal ve estetik taleplerini elden geldiğince karşılamaya çalışacak sanal bir ortam mahiyeti ile faaliyetlerini sürdürmeyi amaçlamaktadır. Sanat Bloğumuz katılım sağlamak ve izlemek isteyenler için bütünüyle açık olmayı hedeflemektedir.

İlk aşamada başta, makalelerimizin ele alındığı Bloğumuzdaki ilginç ve anlam yüklü karikatürleri ile tanıdığımız Emin Çizmeci dostumuz olmak üzere sanatsal yanını hobi fotoğrafçılığı kapsamında değerlendirmekte olan sekretarya yürütücüsü arkadaşımız Ümit Ersöz’ün katkıları ile başlayan bu etkinlik alanımızın yakın zamanda daha geniş katılımlarla sanatsever dostlarımızı memnun edeceğini tüm yüreğimle inanıyorum.

Hayırlı olsun dileklerimle,

Mustafa Özcan

KDP Modertatörü





19 Nisan 2014 Cumartesi

Ümit Ersöz (20 Nisan 2014)


Mamma Mia (New York - ABD)



Koyunlar (New York - ABD)

Emin Çizmeci (20 Nisan 2014)

  

Zanaatkar Dükkanı (Hatay - Türkiye)




Çocuklar (Beyrut - Lübnan)



Ümit Ersöz (20 Nisan 2014)


İstanbul silüet


Sanat

Kadıköy Düşünce Platformu - Sanat Bloğumuz yayına başlamıştır. 

Vikipedi'de ilgili başlık altında sanat şu şekilde tanımlanmaktadır. 

"Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır. Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur. 
Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır. Sözcüğün bugünkü kullanımı, batı kültürünün etkisiyle, ingilizcedeki 'art' sözcüğüne yakın olsa da halk arasında biraz daha geniş anlamda kullanılır. Gerek İngilizce'deki 'art' ('artificial' = yapay), gerek Almanca'daki 'Kunst' ('künstlich' = yapay) gerekse Türkçe'deki Arapça kökenli 'sanat' ('suni' = yapay) sözcükleri içlerinde yapaylığa dair bir anlam barındırır. Sanat, bu geniş anlamından Rönesans zamanında sıyrılmaya başlamış, ancak yakın zamana kadar zanaat ve sanat sözcükleri dönüşümlü olarak kullanılmaya devam etmiştir. Buna ek olarak Sanayi Devrimi sonrasında tasarım ve sanat arasında da bir ayrım doğmuş1950 ve 60'larda popüler kültür ve sanat arasında tartışma kaldıran bir üçüncü çizgi çekilmiştir." ...

Başta Kadıköy Düşünce Platformu müdavimleri olmak üzere, sanat konusunda paylaşımda bulunmak isteyen herkesin katılımını beklemekteyiz. 

Ümit Ersöz (20 Nisan 2014)