Mevlana’nın Ölümü
20. asrın aydınlığı içinde, Müslüman bir din adamının cenazesine kendi
dininin mensuplarından başka, Hıristiyan ve Musevi din adamlarının da katılabileceğini
düşünebilir miyiz?... Gönüllerimiz arzu ettiği halde, bu tablonun ihtişamına şahit
olmak bizlere mümkün olmayacak gibi görünür. Halbuki, günümüzden yedi asır önce,
tam 1273 yılında yaşayan bazı talihli insanlar bu manevi lezzeti tatmışlar ve
insanlık ölçüsünün şahikasında mutluluğa erişmekle mükafatlandırılmışlardır.
Tabii, anlamış olduğunuz gibi, Mevlana Celalettin Rumi’nin cenaze merasiminden
bahsediyorum. Dinlerin ışıkları altında, insan sevgisini ebedileştiren bu büyük
düşünür, büyüklüğünü insanları bir mihrak etrafında, sevgi zinciri içinde
toplamış olmasına borçludur.
Mevlana tasavvuf felsefesinin ışığı altında, insanın en büyük düşüncesinin
sevgi olduğuna inanırdı. Sevgilerin en asili ise, tanrı sevgisidir. Tanrıyı,
insanda ve bütün yarattıklarında görerek sevmek, bu yüzden kimseyi suçlamamak,
insanları zengin-fakir, siyah-beyaz, Hristiyan-Musevi-Müslüman diye ayırt
etmemek, hepsini insan olarak, daha doğrusu Hakk’ın bir tecellisi olarak kabul
edip, Hakk’a duyulan sonsuz sevgiyi bütün insanlara da duyabilmek Mevlana’nın
yoluydu. Mevlana, Mesnevisinde görüş ayrılıklarının hoşgörü ile karşılanması
gerektiği, insanların çok defa aynı gerçeğe aykırı pencerelerden baktıklarını
ve hoşgörünün ışığı altında daha iyiyi ve ileriyi görebileceklerini bir misalle
şöyle anlatıyor:
Hintliler bir fil getirip, karanlık bir ahırda, o güne kadar hiç fil görmemiş
halka göstermek istediler. Fili görmek için o karanlık ahıra bir hayli insan
toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki, görmenin imkanı yoktu. O göz gözü görmeyecek
karanlık yerde, file ellerini sürtmeye başladılar. Birisi eline filin hortumunu
geçirdi, “fil bir oluğa benzer”,
dedi. Başka birinin eline filin kulağı geçti, “fil bir yelpazeye benziyor” dedi. Bir başkası da filin sırtını
elledi, “fil bir taht gibidir” dedi.
Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Hepsinin
sözleri, duyuları yüzünden aykırı oldu. Halbuki herkesin elinde bir mum olsaydı,
sözlerindeki aykırılık kalmazdı. Duygu gözü, ancak avuca benzer, ama avuç bütün
bir fili birden elleyemez ki...
Bu hikaye ile Mevlana, etrafı aydınlatacak mumun, bizleri hakikate götüreceğini
anlatıyordu. O halde bu ışık kaynağı mum ne idi? Buna da cevap olarak, bilgi,
sevgi ve hoşgörüyü gösteriyordu. İşte birbirine bağlı bu üç özellik, insanları
mutluluğa eriştirecek yolun aydınlanmasını mümkün kılıyordu. Mevlana, sevgisiz
hoşgörünün ve hoşgörüsüz sevginin olamayacağına inanıyordu. Atalarımızın
dedikleri gibi, gülü seven dikenine katlanır, karşıt olarak da dikene
katlanabilenler gülü seveceklerdir.
İşte bilgi, sevgi ve hoşgörünün en büyük coşkusunu duyan bu büyük insan, ebediyete
kavuştuğu güne kadar, bütün insanları bir arada sevgi, bilgi ve hoşgörü ile
omuz omuza görmek isteyip, onlara şöyle sesleniyordu:
Gel, gene gel, ne olursan ol gel
Kafir, Mecusi, putperest isen de gel
Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan bile gene gel.
Nitekim, o büyük insanın cenaze törenine Rumlar ve Yahudiler de dahil, bütün
Konya halkı katıldı. Bazı müteassıp kişiler Yahudi ve Rumları törenden kovmak
istediler. Asıl kıyamet o zaman koptu. Papazlar
ve Hahamlar şöyle feryat ediyorlardı: Mevlana yalnız Müslümanların değil,
Musevilerin, Hristiyanların, kısaca bütün insanların büyüğüdür. O, ekmeğe ve güneşe
benzer. Nasıl ki, ekmekten ve güneşten herkes faydalanırsa, Mevlana’dan bizler de
faydalanırız. Bizi bu törenden kovamazsınız. Bu direniş o kadar sertleşti
ki, Büyük Vezir, cenaze törenine Müslüman olanların da olmayanların da beraber
katılmalarına izin verdi. Müslümanlar tekbir getiriyor, Hristiyanlar İncil’den
ve Museviler de Tevrat’tan parçalar okuyorlardı. Düşünceleri, dinleri, ırkları
ayrı olan insanlar, aynı olay için gözyaşı döküyorlar ve bilgi güneşinin yörüngesinde
mutluluğun idealine erişiyorlardı. Onları bu yörüngeye yerleştiren roket,
sevgi, bilgi ve hoşgörü bileşimi idi. Böylece, birbirlerini sevip sayabildiler
ve bizlere unutulmaz bir misal oldular.
Hoşgörünün, sevgi alemi olan kalplerimizde daima bulunmasına gayret edelim.
İnsanlık bağının hoşgörü perçinleri asla kırılmasın. Böylece sevgi ve bilgi ateşinin
nesiller boyunca kalplerden kalplere dağılacağını düşünerek daha mutlu olalım.
Dileyelim ki, inşa etmekte olduğumuz insanlık, hoşgörünün ışığı, bilgi ve
sevginin sıcaklığı ile dünya var oldukça yücelsin.
Erol Erbirer (19 Ekim 2014)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder